Çevrimiçi
Leydihan
Üyelerin profil bilgilerini yalnızca kayıtlı üyeler görüntüleyebilir. Lütfen kaydol bağlantısından üye olunuz.
|
Cevap: Mitoloji, Kur’ân-ı Kerîm Kıssaları ve Kültürel Miras
1c)Kıssa
Konunun vuzûha kavuşması için “kıssa” kelimesinin de ne anlama geldiğine değinmek gerekmektedir. Bu kelime Arapça “k-s-s” kökünden gelmektedir.
Sözlükte “bir şeyin veya bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek”, “bir haber ya da sözü açıklayıp bildirmek”, “hikâye etmek, anlatmak” anlamlarına gelmektedir.
Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “kıssa” kavramı da, “geçmiş eserleri, izleri açığa çıkarmak, bu suretle tarihin derinliklerinde kaybolmuş ve unutulmuş olaylara insanların dikkatlerini yoğunlaştırmak ve onlara bu hususları doğru bir biçimde bildirmek” anlamına gelmektedir. Böylece muhatabın âdetâ yeniden canlandırılan olaylardan ders alması ve bir an için bu olayların geçtiği zamanda yaşaması sağlanmış olur. Bu anlamıyla kıssaların, yukarıda anlatmaya çalıştığımız mitolojinin üstlendiği vazifeye benzer bir fonksiyon icrâ ettiği söylenebilir. Özellikle mitolojinin başlangıçlar tarihi olması, eski din ve kültürlerin dünyası olması, insanı çevreleyen zaman ve mekânın dışına çıkması gibi niteliklerini, kıssada da bulmak mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm bu açıdan incelediğinde, başlangıçların tarihine; ilk insan Âdem ve Havvâ’nın yaratılış hikâyesinin, eski din ve kültürlerin tarihinden bazı pasajların; geçmiş peygamberlerden Hz. Âdem, Hz. İbrâhim, Hz. Yûsuf, Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ’nın ümmetleriyle aralarında geçen tevhid mücadelesinin konu edildiği kıssaların tekâbül ettiği görülür. Bunlara Tûfân kıssası, Hz. Îsâ’nın bâkire Meryem’den doğması, Ashâb-ı Kehf, Firavun ve Kārûn gibi kendilerine tabî olanları dalâlete sürükleyenlerin kıssaları da eklenebilir. Söz konusu kıssalar incelendiğinde bunların genel olarak insanlara hükmeden ilâhî kanunların icraatından ibaret hareketler, görüntüler ve sesler halindeki tarih manzaraları olduğu görülür. Ancak bu kıssaların önemsiz ayrıntılardan, zaman ve mekân kayıtlarından uzak bulundukları da dikkati çekmektedir. Bu da bunlardaki esas hedefin, sadece kıssa anlatmak değil nakledilen olay vasıtasıyla muhatapların mükemmel insan tasavvuruna yükseltilmesi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Burada kendine has üslubu bulunan kıssaların temel özelikleri üzerinde kısaca durmak uygun olacaktır: Onların birinci özelliği şahıs, zaman ve mekândan tecrid edilmiş gerçek üstü olayların dile getirildiği ifade şekilleri olmasıdır.
Onlar, insanın içinde yaşadığı mekân ve zamandan farklı aşkın bir zaman ve mekânın olaylarıdır. Yani bir geçmiş yorumuyla birlikte, şimdiyi ve geleceği aynı anda anlatmayı hedeflemektedirler. Bu nitelikleriyle de onlar kendilerine has bir zaman ve mekân gerçekliğine sahip olduklarını ortaya koymaktadırlar.
İkinci özellik, kıssanın herhangi bir hikâye ve romanın, bir olayı anlatırken takip ettiği “giriş, gelişme ve sonuç” şeklindeki sürece riâyet etmemesidir.
Onun öncelikli amacı, muhataplarının zihinlerini belli bir hedefe ulaştırmak olduğundan, anlattıklarında böyle bir sınırlandırma söz konusu değildir. Bundan dolayı kıssalar, olayların belli sahneleri ve onların bir takım unsurları üzerinde yoğunlaşır. Kıssaların üçüncü özelliği, doğruları ve gerçeği yansıtmalarıdır. Bu husus önemine binaen aşağıda müstakil olarak ayrıca incelenecektir.
Kıssaların dördüncü özelliği, kendileriyle muhataba anlatılanın ötesinde ilgililere daha fazla şeyin anlatılmak istenmesidir. Bu, onların “mesel” olmasıyla alakalı bir husus olduğundan, kısaca bu kavram üzerinde de durmakta fayda vardır.
“Numûne, örnek ve misâl” anlamlarına gelen “mesel”, ahlâkî bir öğüt olmanın ötesinde, söylenenin ve görünenin dışındakini ifade etmek anlamına da gelmektedir. Bundan ötürü kıssa, meseli ihtiva ettiği halde, meselin kıssaya denk geldiğini veya kıssayı kapsadığını söylemek mümkün değildir.
Dolayısıyla kıssaların sunumu sırasında ne denildiği oldukça önemlidir. Bu husus, onların değişik açılardan örtüşmesi konusunda ne kadar ısrarlı olduğunu göstermektedir. Başka bir ifadeyle, masal ve mitolojiler ne denli güzel söz formu içinde takdim edilirse edilsinler, gerçeği dile getirmediklerinden dolayı reddedilmişler, her zaman bâtıl ve hurâfe nitelemesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum, bir taraftan Kur’an’ın bilgi verici olma özelliğine ne denli özel bir önem atfettiğini gösterirken,29 diğer taraftan da onun yönteminin mitolojinin metodundan çok farklı olduğunu ve onlarla benzeşen hiç bir yanının bulunmadığını ortaya koymaktadır.
II. Fonksiyonu ve Kullanılabilirliği
Kur’an’da, mitoloji olarak nitelenebilecek unsurlar bulunmamakla birlikte İslâmî kaynakların içine -bilhassa Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan geçen- yabancı menşeli bilgi ve mitolojilerin girdiği kabul edilmektedir. Özellikle başta hadis ve tefsirin ana meseleleri arasında yer alan “isrâiliyât” kavramı etrafındaki tartışmalar, bu durumun göstergelerindendir. Nitekim Câbirî de İslâm kültüründe yer alan isrâiliyâtla unsurlarıyla ilgili olarak şu açıklamaları yapmaktadır:
İslâm kültürüne Tevrat ve Talmud kaynaklı gaybî haberler ile cennet-cehennemle ilgili isrâiliyâtın sızıntıları olmuştur. Ancak bu isrâilî bilgilerin iç bünyeye girişi, aklî kaynaklı değil, naklî kaynaklı olmuştur.
Bu tür bilgiler daha çok Kur’an’ın mücmel olarak aktardığı bilgilerin detaylandırılması sırasında kullanılmıştır. Âhiret hayatıyla ilgili bilgiler normalde Kur’an’da gaybî nitelikli olduğundan, gerçek anlamlarının mâhiyeti Allah’a havale edilmiştir.
Ancak isrâiliyât ile bunlar, bilginin objesi haline getirilmiştir.30 İslâm kültüründe ve dînî öğretide İslâmî konuların desteklenmesinde isrâilî ve mitolojik muhtevalı yorumların bulunduğunu söyledikten sonra, bu tür kıssa ve yorumların durumunu ve fonksiyonlarının ne olduğu konusunu netleştirelim.
Bunun için öncelikle tüm cazibesiyle karşımıza çıkan “mitolojik hikâye” meselesini aydınlatmamız gerekmektedir. Waardenburg, konuyla ilgili yorumunu “mitosların temel özelliğinin belli bir derin hakikati hikâye etmek” şeklinde olduğunu ortaya koyduktan sonra, “doğru olan hikâyenin bizzat ayrıntıları değil, vermek istediği derin anlamlardır” demek suretiyle, mitolojik hikâyenin pozitif yönüne işaret etmektedir.
Mitler, yeryüzünde olup bitenleri başka bir gerçeklik alanına aktararak burada başka bir anlam kazanırlar. Dolayısıyla bildiğimiz doğruluk ve standartlık ölçütlerinin hiçbirinin bunlara tam olarak uygulanması mümkün değildir.31 Böylece mitolojik kıssaların -bizzat kendilerinin değil- daha çok onların anlamları üzerinde yoğunlaşıldığı dikkati çekmektedir. Bu da mitolojiyi fonksiyonel boyuta indirgemektedir.
Brâithwâite de, “dînî kıssaların doğrulukları ve anlamlılıkları, bu ifadeleri kullananların hayatında oynadıkları rol ya da fonksiyonlarda ortaya çıkar” demektedir. Mitleri genelde ahlâkî hükümler ihtiva eden sözlü anlatımlar olarak görmek gerekmektedir. Bunların da âit olduğu çevreden soyutlanarak anlaşılması mümkün değildir. Mitolojik söylem, insana nasıl bir hayat tarzı seçmesi gerektiği konusunda bazı ipuçları verir, psikolojik destek sağlar ve ona seçtiği hayat tarzını yaşamasında yardımcı olur. Bu bakımdan bunların sözlük anlamında doğru olmaları gerekmez. Ayrıca bir kıssayı anlamanın en iyi yolu, onun vermek istediği ahlâkî mesajın anlaşılmasında yatmaktadır. Böylece mitolojik kıssanın fonksiyonelliğinden hareket edilerek ahlâkî boyuta indirgenmeye çalışılmaktadır. Nitekim Erol Güngör de “İslâm dünyası da dahil olmak üzere Doğu’da bir hikâyenin vukuundaki sıhhat daima ikinci planda düşünülen, hattâ bazen hiç dikkat edilmeyen bir şeydir. Burada hadisenin objektif şartlara uygunluğu önemli değildir, çünkü anlatılmak istenen şey objektif olay değildir. Hiçbir evliyâ menkıbesi, bir olayı ifade etmek üzere anlatılmaz. Olay, orada belirtilmek istenen ahlâkî muhtevâ için bir kılıftır ve bu kılıfın kültürde geçerli olan şeylerden seçilmesi pek tabiî- dir” 33 diyerek ahlâkî boyuta vurgu yapmaktadır.
Bütün bunlar da mitolojik muhtevalı yorum ve hadiselerin ehl-i kitap tarihi yanında, İslâm kültüründe de kullanıldığını göstermektedir. Yani bizzat İslâm’da mitoloji olmamakla birlikte, bu dinin insanlığa ulaşmasında yani yorum ve desteklenmesinde mitolojiden faydalanıldığı anlaşılmaktadır.
Câbirî’nin ifadesiyle ilimlerin oluşum ve yazım aşamasına kadar ki dönem, şifâhî olduğundan diğer dinlerdeki yorum ve kıssalara, dolayısıyla mitolojik muhtevalı yorumlara sık sık başvurmuş ve kullanmıştır. Bu durumun farkında olunduğundan, isrâiliyât üzerine yapılan araştırmalar da bunların kullanılmasını câiz görmeyen ya da sınırlı seviyede kullanılabileceklerini düşünenlerin sayısının azımsanmayacak miktarda olduğu bilinmektedir.
Bununla birlikte bu tür rivâyetlerin başta tarih, mev’iza, tefsir, hadis ve fıkıh olmak üzere, İslâmî eserlerin büyük çoğunluğuna değişik oranlarda sızdığı ve kullanıldığı da kabul gören bir husustur. Meselâ Taberî’nin Târîh’i ile Tefsîr’ine rivâyetleri alırken farklı rivâyet metodu ve kriteri uygulamasından hareketle, İslâm’da iki çeşit tarihin varlığından da söz edilmiştir.
Bütün bunlar mitolojik kıssaların, özellikle ahlâkî fonksiyonundan dolayı İslâm dünyasında da kullanıldığını göstermektedir. Ancak bu kullanımın doğuracağı bir takım açmazlar vardır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Bu tutumla kıssaların, başka bir ifadeyle dinin, ahlâkî boyuta indirgenmek istendiği dikkati çekmektedir. Oysa din ne salt bir ahlâk sistemi, ne de bir takım meseller eşliğinde getirilen bir yaşama siyasetidir. Konfüçyanizm dışarıda tutulacak olursa, tamamıyla ahlâkî davranış kalıplarına indirgenebilecek hemen hiçbir yüksek din yoktur. Tüm yüksek dinler, aynı zamanda metafizik ve kozmolojik iddialarda da bulunmaktadır. Dindar bir insanın ahlâkî davranışıyla ilgili bir tavsiyesi Allah’ın var olduğunu söyleyen metafizik iddiadan bağımsız değildir. Meselâ İslâm’ın, evrenin ve insanın yaratılışıyla ilgili kozmik iddialarını -bu iddialarla ahlâk arasında bir ilişki kurmamız mümkün olsa bile- ahlâkî hükümlere indirgeyemeyiz, inanan insan yaratma olayını tam olarak anlayamasa da, bunu gerçek bir hadise olarak anlayıp değerlendirir.
Dolayısıyla kıssaların bilgi verici ve gerçek olma boyutunun ihmal edilmemesi gerekmektedir. Bundan dolayı kıssaları sadece fonksiyonları açısından değerlendirmek dinin bütünlüğüne ve evrenselliği ne indirilmiş en büyük darbe olmaktadır.
2. Çok genel ve şümullü olan mitoloji, standart doğruluk ölçütlerine uymayan her türlü hikâyeyi de mitoloji olarak yorumlama eğilimindedir. Meselâ bunlar arasında -Yunan mitoloji geleneğinde olduğu gibi- sırf sanat kaygısıyla oluşturulmuş düzmece ve amacı sözde biten mitolojiler bulunduğu gibi, insanın arzu ve iç güdülerinin dolaylı anlatımı olan mitolojiler de vardır. Dolayısıyla çok tanrılı din ve kültür bağlamında oluşturulmuş mitler ile tek tanrı inancını esas alan dînî kıssalar arasında ayrım yapmak gerekmektedir.
3. Hikâyeye dayalı bir dil kullanan mitolojik kıssaların etkili, çağrıştırıcı, çarpıcı ve güçlü anlatım tarzı kullanmaları gibi bir takım ortak yönleri bulunmaktadır.
Hattâ bir yere kadar bunların insanın rûhî durum, dürtü ve ahlâkî boyutunu yansıttıkları da kabul edilebilir. Ancak bu durum, bunların hepsinin amaç ve vermek istedikleri mesaj bakımından aynı olduklarını göstermez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssaların bile değerlendirilmesinde tek bir kriterden söz etmek mümkün değildir. Tûfân kıssası ile Hz. Îsâ’nın bâkire olan Meryem’den doğması kıssasının târihî bir olaya tekâbül edebileceğini söylemekte mantık açısından hiçbir çelişki yoktur. Fakat bu tüm kıssaların zâhirî anlamıyla alınması gerektiği sonucuna varmamızı gerektirmez. Sözgelimi Âdem ile Havvâ’nın cennetten kovulmalarını anlatan kıssa da zâhirî anlamında alınıp yorumlanmaya çalışıldığında, bir çok açmaz söz konusu olacaktır.
4. Her dinde aynı ahlâkî esaslar tavsiye ediliyorsa, her dinin ahlâkî içerikli anlatımlarını alıp kullanmakta hiçbir sakınca olmamalı, yani bir müslüman Hıristiyanlıktaki ahlâkî içerikli bir değerlendirmeyi İslâmî bir yorum gibi alıp kullanabilir. Bu durumda dînî öğretim yapmak isteyen kişinin doğru hikâye nakletmek durumunda olmasından bahsetmek mümkün olmadığı gibi, bir müslümanı, hıristiyan ve budist olmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu belirlemek de mümkün olmaz. Üstelik bu durumda bir kişinin aynı anda birçok dine bağlanmaması için de hiçbir sebep olmayacaktır. Böyle olunca da bir insanın herhangi bir dine bağlanması bir zevk ve sübjektif seçim olmaktan ileriye gitmez. Yine din, sadece öngörülen bir hayat tarzını takipse, kıssalar da bu konuda alınan kararları güçlendirmekten başka bir şey yapmıyorsa, bu durumda din, kişinin kendine özgü idealleri ve hayâllerine dayandırılmış sübjektif bir şey olmaz mı? Nesnel hiçbir dayanak yoksa ihtidâ olaylarını nasıl değerlendireceğiz veya inanan kişi, inandığı dini nasıl savunacaktır?
Hepsinden öte, “tıpkı bir müslüman ahlâkı ile yaşadığı halde, inanç boyutu eksik olan kişi, acaba müslüman kabul edilecek mi?” tarzındaki soruların cevaplandırılması gerekmektedir.
Mitolojik kıssaların gerçeklik yönü olmadan ahlâkî veya fonksiyonel olmalarından ötürü genel kabul görmelerinin mümkün olamayacağı meselesinin vuzûha kavuşmasından sonra, mitolojinin farklı bir başka boyutunu teşkil eden mitoloji ile gerçeklik arasındaki bağlantı konusunu incelemek gerekmektedir. Bu ise ya mistikleştirme yahut çarpıtma biçiminde olur.
Gerçek ortada, herkesin uzanabileceği yerdedir. Ancak gerçeği anlamlandırmak için başvurulan efsânevî iletişim biçimi, gerçeği tahrif edebileceği gibi ona nüfûz etme imkânını da sağlayabilir. Bu konuda efsâne kazandığı pozitif anlamla destânî olana yaklaşırken, negatif anlamla da hurâfeye yaklaşır.39 Ancak mit, tarihte hep tahrif boyutu ağırlıklı işlev görmüştür. Kur’an ısrarla insanların dinlerini tahrif ettiklerinden bahsetmektedir.
E. Fromm da insanlarda devamlı bir putlaştırma eğilimi olduğunu söylemekte ve Eski Ahid peygamberlerinin insanlardaki bu eğilimin ortadan kaldırılması için mücadele ettiklerini iddia etmektedir.40 İlk insan Âdem’den itibaren bir çok peygamberin gelip, aynı ilâhî tebliği yapmasına rağmen, insanlık hep yeni bir peygambere ve ilâhî müdahaleye ihtiyaç hissetmiştir. Bu açıdan ilâhî kökenlerin sembolik, ancak insan eliyle değişime uğramış ifadeleri olan mitlerde, ilâhî olma ihtimali ile tahrif aynı anda bulunmaktadır. Öte yandan insandaki, bazı şeyleri cazibe merkezi haline getirme, sembolikleştirme ve abartma yönündeki istek, mitlerin tahrif yönünün ön planda olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

To view links or images in signatures your post count must be 10 or greater. You currently have 0 posts.
|